ÇAMAŞIRHANE
ÇAMAŞIRHANE
Bölüm 1: Sessiz Döngü
Mahallenin köhne binaları arasında, bir köşe başında duran küçük çamaşırhane, dışarıdan bakıldığında önemsiz bir detay gibi görünürdü. Cephe boyası dökülmüş, tabelasının bazı harfleri zamanla silinmişti: “Ç....IRHANE”. Ama o dükkân, o paslı demir kapı ve içerideki çınlayan makineler, mahallenin kadınlarının iç dünyasında bambaşka bir yer tutuyordu.
Semt, büyük şehrin kıyısında kalmış, unutulmuş bir cebiydi. Evlerin pencereleri hep içeriden buğulu; balkonlarda asılı çamaşırlar, rüzgârla değil alışkanlıkla sallanırdı. İnsanlar burada sessizdi. Ne konuşmalar yüksek sesle yapılırdı ne de kahkahalar sokağa taşardı. Yorgunluk, bu sokakların diline çevrilmiş gibiydi.
Ben, o mahalleye yeni taşınmıştım. Eşyalarımın arasında çamaşır makinesi yoktu. İlk kez çamaşırhaneye gideceğim gün, ne bulacağımı bilmiyordum ama ihtiyacım olan yalnızca temiz çarşaflar değildi, sonradan anladım. İçeri adımımı attığımda, makinelerin dönerken çıkardığı uğultu, bir anlığına beni dışarıdaki hayattan ayırdı. Kadınlar makinelerin başında bekliyor, kimi sessizce örgüsüne gömülmüş, kimi gözlerini bir noktaya kilitlemişti. Neredeyse hiç konuşma yoktu. Sanki herkes bir şeyi bekliyor ama ne olduğunu bilmiyordu.
O ilk gün, kimseyle konuşmadım. Bozuk bir tabureye oturdum, makineme baktım. Çevremdekileri izledim. Sanki orası, görünmeyen bir anlaşmanın mekânıydı. Mahallede susulan her cümle, burada içten içe yankılanıyordu. Makinelerin dönme sesi bir tür fon müziği gibiydi; her biri ayrı bir hikâyeyi çeviriyor, sonra tekrar duruyordu.
O günü sıradan bir deneyim sanmıştım. Ama oraya döndükçe, o çamaşırhanenin sadece kirli çamaşırları değil, sessizce bastırılmış hayatları da temizlediğini fark etmeye başladım.
Bölüm 2: Makinelerdeki Fısıltılar
Çamaşırhaneye her gidişim, aynı saatte oluyordu. Sabahın erken saatlerinde, sokak daha tam uyanmamışken. Kapıyı açtığımda içeride tanıdık yüzler vardı artık. Aynı kadınlar, aynı makineler, aynı bekleyiş. Ama her seferinde ufak bir şey değişiyordu. Bir bakış, bir nefes alış, bir sessiz baş sallayış...
Bir gün, yaşlıca bir kadın yaklaştı yanıma. Gözleri griydi, ama içinde derin bir mavi gibi birikmiş anılar taşıyordu. Cebinden buruşuk bir mendil çıkarıp dizine koyduktan sonra şöyle fısıldadı:
“Makineye sadece çamaşır atılmaz evladım, insan bazen kendini de bırakır içine. Temiz çıkmaz belki, ama biraz arınır.”
O günden sonra makinelerin sesini daha dikkatli dinledim. Bir döngünün ortasında yankılanan ritim, mahallede bastırılmış sözlerin yankısıydı sanki. Kadınlar konuşmasa da o sesler anlatıyordu:
İhanetleri, terk edilişleri, borçla geçen ayları, kayıpları…
Bazen de sessiz bir umudu.
Yeni yıkanmış bir çarşaf kokusunda saklı küçük bir sabah sevinci gibi.
Gözüm zamanla bir kadına takılır oldu: genç, sessiz ve hep aynı makineyi kullanan biri. Her seferinde yanında minik, eski bir radyosu olurdu. Açmazdı, ama getirirdi. Kimseyle konuşmazdı, ama bazen radyoya fısıldar gibi dudaklarını oynattığını fark ederdim.
Bir gün makinelerden biri bozulunca, ona yerimi verdim. O an bana bakıp sadece “Teşekkür ederim” dedi. İlk defa sesi, makinelerin uğultusunu bastırdı.
O çamaşırhane, her seferinde bir parçamı geri veriyor gibiydi. Ama aynı zamanda benden bir şeyleri de alıyordu. Belki oraya ilk gün geldiğim halimi. Belki sessizliğimi.
Bölüm 3: Sabun Köpüğünün Ardındaki Sır
Çamaşırhanede işler her zamanki gibi görünse de, arka planında giderek koyulaşan bir gölge geziniyordu. O genç kadının varlığı, her seferinde biraz daha fazlasını merak ettiriyordu bana. Sessizdi, ama sessizliğin içinde bir çığlık taşıyordu. Radyosunu bir gün yere düşürdüğünde, içinden sarı bir not kağıdı çıktı. Aldı, katladı, yerine koydu. Sanki orada olması bile tehlikeliydi.
Ertesi hafta yine aynı saatte karşılaştık. O gün makineler çalışmadı. Elektrikler kesilmişti. Kadın ilk defa dışarıya çıktı, sigarasını yakarken, göz ucuyla beni süzdü ve birden konuşmaya başladı.
“Biliyor musun, insanlar kirlerini makinelerde yıkayabileceklerine inanıyor. Ama bazı lekeler sabunla çıkmaz.”
Konuşma orada bitmedi. O günden sonra, her gelişimde bana bir parça hikâye anlatmaya başladı. Kendi hikâyesi olduğunu söylemiyordu, ama ben anlıyordum. Evliliğini anlatıyordu. “Bir adam vardı,” diyordu, “her gün kravat takardı ama her gece bir kadının umutlarını çözerdi.” Sonra bir çocuğu vardı, “geç kalan her servisin arkasından bakmayı öğrenmişti” dediğinde sesi çatladı.
Ben sorular sormadım, o da açıklamalar yapmadı.
Ama bir sabah, gelmedi.
Ertesi gün de yoktu.
Meraklandım. Radyosu, her zaman oturduğu yerin altına bırakılmıştı. Üzerinde bir not vardı bu kez:
“Makine numara yediyi aç, ne çıkarsa senin.”
Elim titreyerek kapağını açtım. İçinde eski bir tren bileti, solmuş bir fotoğraf ve arkasına “Sakın burayı unutma. Çünkü sen unutmazsan, burası var olur.” yazılmış bir kart.
Sonra o yaşlı kadın yanımda belirdi. Gözleri dalgındı.
“O kadın mı?” dedim.
“Yirmi yıl önceydi,” dedi sadece. “Ama o hep gelir. Herkes onu başka yaşta görür.”
Donakaldım. O an fark ettim: Çamaşırhane, sadece bir yer değilmiş. Bir tür geçitmiş. Kimi için geçmişe, kimi için içe doğru. Ama en çok da olmamışlara.
Bölüm 4: Sessiz Döngü
Geriye sadece anılar ve bu dört duvar kaldı. Çamaşırhane, yavaşça beni içine çekmişti. Artık her hafta sabahları buradaydım. Yine sabahın erken saatlerinde, tüm makineler sessizdi. Gözlerim, o eski kadının oturduğu yere odaklandı. Her şey aynıydı, ama bir eksiklik vardı. O eksikliği hissedebiliyordum, o kadının orada olmaması sadece fiziksel bir kayıp değildi. Giderek içimde, her geçen gün daha çok kaybolan bir şeyler vardı.
Kadın hiç dönmedi. Ama onun orada olmaması da, bir şekilde varlığını hissettiriyordu. O kadının sabahları sakin, her şeyin farkında olmayan bir ruhu vardı. Ama ben, her seferinde, kaybolduktan sonra, ona dair daha fazla şey keşfettim. Neden kaybolduğuna dair hiçbiri açıklama yapmadı. Kimi için o kadının kayboluşu, sonsuz bir boşluğa düşüş gibiydi, ama belki de bir geçişti. Geçişin tam ortasında, insanların kim olduğunu sorgulamak için kendilerini bir mekâna kilitlemeleri gibiydi. Bir çözüm arayışıydı belki de.
Dönüp çamaşırları katlamaya başladım. O eski tren biletini cebimden çıkardım. Fotoğrafın kenarları çoktan sararmıştı. Üzerindeki yazı silikleşmişti ama hala okunabiliyordu. “Sakın burayı unutma. Çünkü sen unutmazsan, burası var olur.” Gözlerim doldu. Çünkü bir süre önce bir çamaşırhane vardı, ama bir de çamaşırhane vardı. Bir de sessizce kaybolan kadın, bir de kaybolan hayatlar.
Herkesin içinde kaybolmuş bir şey vardır. Bazen bulduğumuzda, o kaybolan parça, bambaşka bir şeye dönüşür. Ve bazen, kaybolduğumuz zaman da, hiç var olmamış gibi görünür.
Çamaşırhane yine doluydu. Bir kadın daha girdi içeri. Sabırla sırasını beklerken, bana göz ucuyla baktı. Neredeyse aynı masumiyetle. Ama ben, bu kez fark ettim; bu döngü hiç bitmeyecek. Yine aynı şekilde devam edeceğiz. Ama bir farkla: O sabah sabun köpüğünün ardında her şeyin anlamını bir kez daha çözmüştüm.