Zamanı Yakan Kadın
Rüya, hayatı boyunca hep zamanı kontrol etmek istemişti. Çocukken, oyunları hiç bitmesin, akşamları sabahı bulmasın diye dua ederdi. Büyüdükçe, işlerin yığıldığı ve insanların peşinden koştuğu bir dünyada saatlerin ona yetmediğini fark etti. Zaman onun için ya çok hızlı ya da çok yavaştı. Hep yanlış yerde, yanlış hızda akıyordu.
Bir gün, yaşlı bir antikacıda gezinirken, vitrin arkasında ilginç bir kum saati gördü. Koyu kırmızı renkteki kumlar, yavaşça bir üst kısımdan alttakine süzülüyordu. Gözlerini kamaştıran şey ise kumların ışığı yansıtmasıydı; adeta canlı gibiydiler. Yaşlı antikacı, onun dikkatini fark etmiş olacak ki, derin bir iç çekerek yaklaştı. "Zamanı mı kontrol etmek istersin, evlat?" dedi, sesi hafif çatallı ama derin bir bilgelik taşıyordu. Rüya, şaşırarak başını salladı. Ne demek istediğini tam anlamasa da bu yaşlı adamın söylediklerinde bir anlam arıyordu. Antikacı, kum saatini Rüya'ya uzatırken, "Bu saat sıradan bir kum saati değil," dedi. "Onu çevirirken düşüncelerin neyse, zaman ona göre akar. Ama unutma, her kontrol bir bedel getirir." Rüya’nın aklında bir soru dolandı: “Gerçekten zamanı kontrol edebilir miyim?” diye düşündü. Ama cazibesi çok büyüktü.
Saati aldı, evine götürdü. Birkaç gün sadece izledi. Kumun akışını inceledi, saatin içinde bir şey var mı diye araştırdı. Sonunda cesaretini toplayarak saati ters çevirdi ve zihninde bir düşünce tuttu: "Zaman daha yavaş aksın."
O an, dünyanın ritmi değişti. Zaman yavaşladı. Evdeki saatler, rüzgârın hızı, insanların hareketleri... Her şey sanki bir sisin içindeymiş gibi ağırlaştı. Rüya, bir şeyleri kontrol edebilmenin gücünü hissetti ve bu gücün tadını çıkardı. Artık yetişemediği işler için endişelenmesine gerek kalmamıştı. Her şey istediği hızdaydı.
Fakat zaman yavaş akarken bir şeyler ters gitmeye başladı. Günlerce uyumadan çalıştı ama sonunda zihni bulanıklaştı. Arkadaşlarıyla yaptığı konuşmalar, sanki uzaktaki yankılar gibi geliyordu. Onlar hızlı konuşuyor, Rüya ise kelimeleri zar zor anlıyordu. İnsanlar etrafında bir sis bulutunun içindeymiş gibi dolaşmaya başlamıştı.
Bir akşam, eski arkadaşlarından Leyla, Rüya’yı aradı. “Neredesin, Rüya? Uzun zamandır ortada yoksun” dedi endişeyle. Rüya, o an Leyla’yı ne kadar özlediğini fark etti. Ama kelimeleri bulmakta zorlanıyordu. Birçok şeyden mahrum kalmıştı, o kadar zaman geçmişti ki... Leyla, “Bizi unuttun mu?” diye sordu, bu sorunun yanıtı ise Rüya’nın içini burkacak cinstendi. O an, zamanın onu ne kadar yalnızlaştırdığını düşündü. Kontrol arzusu, sosyal bağlarını yavaş yavaş koparmıştı. Kum saatini ters çevirmek, ona daha çok yalnızlık getirmişti. Gözleri, Leyla'nın sesini duymasına rağmen odanın dört bir yanındaki sessizliğe takıldı.
Sonunda, zamanın akışını eski haline getirmek zorunda olduğunu anladı. Kum saatini ters çevirip zamanı eski haline döndürdüğünde bir şeylerin kaybolmuş olduğunu fark etti. Artık herkes ona yabancıydı. Sanki uzun bir yolculuktan dönmüş ama herkesin geçmişte kaldığı bir dünyaya gelmiş gibiydi.
Günler geçtikçe, Rüya kasvetli bir boşluğa sürüklendi. İnsanların yanından geçerken göz teması kurmaktan çekiniyordu. Herkesin hızlıca geçtiği sokaklarda kendini kaybolmuş hissediyordu. Geçmişteki bağları geri kazanmak istiyordu ama artık her şey için çok geçti.
Bir sabah yine yaşlı antikacıya gitmeye karar verdi. Onun bilgelik dolu sözleriyle bir şeylerin yoluna gireceğini umuyordu. Dükkanına girdiğinde, antikacı onu bekliyormuş gibi görünüyordu.
"Zamanın akışını geri kazanmak istiyorsun," dedi yaşlı adam, "Ama önce neyi kaybettiğini anlaman lazım."
Rüya, içini dökmeye başladı. Kaybettiği şeylerin listesini yaptı; arkadaşları, anıları, neşesi... Antikacı, her kelimesinde başını salladı ve “Zamanı durdurmak değil, onunla uyum sağlamak gerekir,” dedi. “Zamanın doğasına saygı göstermediğinde, bedeli ağır olur.”
Rüya, yaşlı adamın sözlerinin ağırlığını hissetti. Zamanı kontrol etmeye çalışmanın ona yalnızlık ve boşluk getirdiğini anladı. Antikacı, kum saatini geri aldı ve “Bir dahaki sefere, zamanı hisset ve akışına bırak. Zaman, yalnızca bir kaynaktır. Onu dolduran sensin” dedi.
Rüya, antikacıdan ayrılırken zihninde bir şeylerin yerleştiğini hissedeceğini düşündü ama bu yönde bir hareketlilik yoktu. Dükkâna geri girdi, antikacı orada değildi. Antikanın boş sandalyesine baktığı esnada başı şiddetle dönmeye başladı. Kendi ekseninde sallanıp dururken etrafındaki insanlar ve hayvanlar hem çok hızlanıyor hem de çok yavaşlıyordu. ‘’Ne yapabilirim?’’ diye düşünürken kendini bir anda öne doğru attı ve gözleri kapandı.
Rüya tek gözünü zar zor açtığında altında bir serinlik, üstünde bir ağırlık hissetti. Bir kürek onun üstüne doğru toprak fırlatıyordu. Küreği tutan orta yaşlı erkek suratı, Rüya’nın suratına oldukça benziyordu. Son toprak darbesinin de yüzüne gelmesiyle güçlükle açık duran gözü de kapandı, bilincini yitirdi.