Sakın Sayma

Emrecan Doğan


“Bir...iki...üç...ah!” 

Mutfak tezgahında bulaşıkları yıkayan Semra arkasına dönüp yemek masasının başında oturmuş, benlerini sayan oğluna uzanıp, deterjan sabunu parmaklarıyla kolunu çimdikledi. Çocuk canının acısıyla kolunu da vücudunun kalanını da geri çekerek büyüyen gözlerle annesine baktı. Aslında bu ilk defa olmuyordu ve ikisi de biliyordu ki son defa da olmayacaktı. Semra oğluna benlerini saymamasını, saydıkça her seferinde bir artacağını söylüyordu ama oğlu bundan pek korkmamıştı. Çünkü inanmamıştı, bu da muhtemelen uğursuzluk getiren kara kedi veya yatakta ekmek yediğinde gece gelip yatağına yatan cin gibi başka bir masaldı. Ama bugün gelinen nokta da mesele buna inanıp inanmamak değildi, sadece kuru ergen inadıydı. Remzi inadına benlerini sayacaktı, ta ki annesi bir gün durumu kabullenip onu çimdiklemeyi bırakana kadar. 

“Ne çimdikliyorsun be!” Çatallaşan sesi kendi kulağını da tırmalıyordu. 

“Neden yaptığımı biliyorsun, kaç kere söyledim sana.”

Kadın bir süre gözlerini belerttikten sonra oğluna arkasını dönüp bulaşık yıkamaya devam etti. Beline ağrılar giriyordu, uyandığından beridir ayaktaydı. Bulaşıktan sonra bir yorgunluk kahvesi içmeyi düşündü ama trajikomik bir şekilde onun da bulaşığının kendisine kalacağını bildiğinden bundan hemen vazgeçti. Oğluna defalarca benlerini saymaması gerektiğini tembih etmişti. Semra batıl inançlara meyli olan bir insandı; birinden bıçak alırken sapının alana dönük olması, nazar boncuksuz dışarı adım atmamak, eşikte durmamak, yatak odasında bir şeyler atıştırmamak ve tabii ki benlerini saymamak. Saydıkça çoğalır, Allah korusun, bedenin her yanını kaplardı. 

“Bir...iki...üç...”

“Remzi!” Arkasını döndüğünde çocuğun yine sağ elinin işaret parmağıyla çok önemli bir iş beceriyormuş gibi tek tek benlerini saydığını gördü. “Ben sana ne dedim?” 

“Kaç tane olduklarını merak ediyorum, bir kere saysam bir daha bakmayacağım.”

“Hiç saymasan olmaz mı?” 

“Olmaz, sadece bir kere.”

“Hayır, sayamazsın. Her tarafını kaplar sonra, kıllı kılı. Iy!”

Ayağından yumuşak, tüylü ev terliğini çıkarıp Remzi’nin eline vurdu. Çocuk oflaya puflaya sandalyesinden kalkıp odasına gitti. 

“Odanda da saymak yok!”

“Tamam, tamam” diye bağırdı olduğu yerden. 

Akşam olduğunda çocuk odasındaki yatakta üstüne ince pike serilmiş yorganın altında cep telefonunun ışığı açıldı. Telefonu tutan el, ışığı diğerine doğru tutarak saymaya başladı.

“Bir...iki...üç...”

Bu kez gizli gizli benlerini sayıyordu. Bu, annesi karşısında bir geri adım sayılabilir miydi? Evet. Sol kolundaki benleri saymayı bitirdiğinde telefonu sol eline aktardı. O tarafta tam olarak yedi ben vardı. Işığı sağ koluna tuttu ve öncekine yaptığı gibi bileğinden omzuna kadar gördüğü bütün benleri saydı. Bazılarını ilk kez fark ediyordu. Burada da sekiz ben vardı. İki kolunda tam tamına on beş ben vardı ama şimdi de vücudunun tamamında kaç ben olduğunu merak etmişti. Bunun için tamamen çıplak olması gerekiyordu, o yüzden tüm vücudunun ben sayımı banyo gününü bekleyecekti. Telefonun ekranını kapatıp yorganı başından çekti. Hemen yanındaki masanın üstüne bıraktı ve başını yastığa gömüp uykuya daldı. 


-2-

“Bir...iki...üç...”

Lisede yirmi dakikalık öğle yemeği teneffüsünde sırasından hiç kalkmadan diğerlerinin gidişini izlemişti. Bu teneffüs yirmi dakika ve öğle yemeği için ayrılmış olduğundan sınıf tamamen bomboştu. Koridordaki nöbetçi öğretmen bile gitmişti. Kapıyı kapatmış ve sırasına geçip benlerini saymaya başlamıştı. Kollarındakileri yeniden sayıyordu. Dün gece yatmadan önce saymıştı ama şu an görünürde sayacak başka yeri yoktu. O yüzden zaman geçirmek için sayıyordu, diğerlerini saymak için banyo günü beklemeye mecburdu. Banyoya herhangi bir gün girip çırılçıplak soyunup benlerini sayabilirdi saymasına ama oradaki işi uzun sürerse annesinin hemen dikkatini çekerdi. Hem benlerini sayarken hem de çıplakken annesine yakalanmak istemiyordu. 

Sol kolunda dokuz, sağ kolunda da dokuz olmak üzere toplam sekiz ben saymıştı. Bir an için ona sayıları artmış gibi geldi ama bu kuruntuya gülüp geçti. Annesinin telkinleri yüzünden böyle bir sanrıya kapıldığını düşündü. Benler saymakla artar mıydı hiç? Hem de bir günde. Yeniden güldü. Kolunu önlüğüyle kapattı. Teneffüs bitmeden bir karışık tost bir de çay alabilmek için kantinin yolunu tuttu. 


-3-

Nihayet banyo günü geldiğinde benlerini öğle yemeği teneffüsünde saymasının üzerinden üç gün geçmişti. Aradaki üç günde de benlerini tekrar tekrar saymış ve her seferinde yeni, görmediği bir beni olduğunu fark etmişti. Şimdi banyoda, çırılçıplak duruyordu. Kirli kıyafetlerini, iç çamaşırlarını ve çoraplarını kirli sepetine atmıştı. Bir an sırtındaki benleri sayamayacağını düşündü ama onun için banyodaki aynayı kullanabileceğini düşündü. Arkasını dönerek benlerini görmek ve saymak zor olacaktı ama yapabilirdi. Bu düşünceyle birlikte ilk olarak kollarından saymaya başladı. 

“Bir...iki...üç...”

Bu kez sol kolunda on iki ben varken, sağ kolunda da on beş vardı. Daha önce sayışlarında bu kadar çok beni olmadığından emindi. Birkaç gün içinde vücudu bu kadar çok ben çıkarmış da olamazdı. İçine bir an ilkel bir dehşet duygusu düştü. Kalbi hızla çarpıyor, nabzı sanki göğüs kafesinde değil de boğazında atıyordu. Yapmaya karar verdiği şeyden o anda vazgeçerek sadece banyo yapmak için sıcak su musluğunu çevirdi.


-4-

“Remzi hadi kalk, saat yedi oldu.”

Tabii ki bu bir anne aldatmacasıydı, saat aslında yeni altı olmuştu. Remzi uykulu gözlerini yavaş yavaş açtı ve mahmurluğun verdiği yavaş hareketlerle yorganı üzerinden itti. Onun yorganı itmesiyle annesinin çığlık atması bir oldu. Kadın çığlıklardan nefesi kesildiğinde öğürüyor, sonra çığlık atmaya devam ediyordu. Aslında Remzi yüzündeki ifadeyi görmüyor olsa hâli epey komikti ama yüzündeki ifade katıksız bir dehşet ve iğrenmenin ifadesi olduğundan çocuğa şu an hiç komik gelmiyordu. 

“Ne oluyor?” diye sordu korkarak. Çatallaşmış sesi şimdi kulağına her zamankinden de kötü geliyordu. 

“Sana benlerini sayma demiştim!”

Çocuğun kolundan tutarak sertçe yataktan kaldırdı. Remzi’nin üzerinde dün yatarken üstünde olan kırmızı tişörtüyle siyah eşofmanı vardı. Holdeki aynanın önüne kadar sürükleyip orada bıraktı. Remzi aynadaki yansımasına baktığında tıpkı biraz önce annesinin attığı çığlığa benzer bir çığlık atıp elleriyle yüzünü kapadı ama ellerine iğrenç, sarı bir sıvı bulaştığından iğrenerek geri çekti. Şimdi kendisi de çığlık atıyor, nefesinin kesildiği yerde öğürüyordu. 

Eskiden yüzünün olduğu yerde şimdi bir ben yumağı vardı. Kahverengi, yuvarlak benler her yeri kaplamış, sadece gözlerini açıkta bırakmıştı. Lekelerin bazıları şişmiş ve sivilce gibi olmuştu. Üstelik bu benlerin ortasından bir tutam kıl uzuyor ve sarkıyordu. Uçlarında ise Remzi’nin ne olduğunu bilmediği sarı bir sıvının damlası düşmeye hazır hâlde duruyordu. Burnu, ağzı, kulaklarının kenarı, ensesi ve gözleri hariç yüzünde boş olan her yer ben olmuştu.