GİZEMLER MABEDİ
Korkunç ve ürpertici bir geceydi; sis, dağların eteklerine adeta tekinsiz bir illet gibi yayılmış, karanlığı bütün gerçekliğiyle içine hapsetmişti. Ayın solgun ışığı, bu sis örtüsü altında gizemli bir parıldama yaratıyordu. Büyük ve antik mabedin yüksek kulelerinden sızan titrek bir mum ışığı, bu kasvetli manzaranın ortasında iki cübbeli figürün varlığını gözler önüne seriyordu. Sis, kulelerin yüksek duvarlarına tırmanmış, gizemli figürlerin etrafında tuhaf ve bilinmedik danslar sergiliyordu. Zaman ve mekânın sınırları bu unutulmuş yerde bulanıklaşıp kayboluyordu. Işığın tekdüze yansımaları, gölgelere dokunarak onları canlandırıyor, şeytan lordlarının büyük bir itina ile inşa ettikleri köşklerinde bile yaratamayacakları garip bir tiyatro oyunu sergiliyordu. Aniden, kuledeki odalarında bulunan iki kişiden birinin gölgesi bu mizanseni bozarak hızla hareketlenip eliyle aralarında duran masaya doğru uzandı. Silüetin sahibi; küflenmiş, hasır rengi bir parşömenin üzerine hızla yazı yazmaya başladı. Mürekkep damlaları, kâğıdın yüzeyine düştükçe, korkunç sırların kapısını aralıyordu. Kelimeler, mum ışığında canlanıyordu, bu yazı sırların taşıyıcısıydı ve bu gizemli gece, karanlık düşüncelerin, eski lanetlerin ve yasak bilgilerin doğuşuna tanık oluyordu:
“Ben Üstat Rywald Herenc, Yüce Efendi Szyenus’un son çırağı ve Gizemler Mabedinin koruyucusuyum. Atrat dağlarının üzerine tünemiş bulunan tapınağımızda yaşanan ve bu kutsal mekan ile ilgili bir çok dedikodunun doğmasına sebep olan son olaylar hakkında tanıklığımı yazıyorum. Hikayemi bitirdikten sonra bu sayfaları kartallarımın pençelerine bağlayıp Zsarvony’nin dört bir yanına göndereceğim. Böylece uyarılacaksınız ve gerçekleri öğreneceksiniz. Ya merhamet edip bizleri kurtaracak ya da sağ kalanlarımızı lanetlenmiş kaderlerine terk edip bir daha asla buranın yakınından geçmeyeceksiniz. Ben ve beraberimdekiler ilk ihtimalin gerçekleşmesini dileriz. Zamanımız az ve her saniyemiz kıymetlidir. Gizemler Mabedinde yaşayanlar yüzlerce yıldır soyluların ayak oyunlarından, politikadan ve savaştan uzak yaşıyor. Ben ise yirmi senedir Efendi Szyenus ile birlikteyim. Yaşdaşlarımın hayal ve arzularından azade bir şekilde geçirdim günlerimi. Efendimle birlikte, seçtiğimiz yolu takip edenlerden daha derinlere indik, gizli kalması gereken bilgilere ışık olduk, yasaklı formülleri koruyan bilmeceleri çözdük; tarihin öncesinde yaşamış ölülerle konuştuk; mühürlü mezarlarda, uzayın ötesindeki korkunç vadilerde yaşayan şeytanları çağırdık, ne olduğunu bilmediğimiz, zamandan ve mekandan münezzeh varlıkları yer altında bulunan salonlarımızda ağırladık. İnsanoğullarının çok azı bu terkedilmiş ve rüzgârdan başka ziyaretçisi olmayan dağların tepesindeki mabedimizde bizlere katılmak istemiştir. Tapınak kapılarının önünde bazı zamanlar beşiğinde ismi yazmayan bebekler bulduk, bazısına baktık ve büyüttükse de bazılarını henüz yürümeyi öğrenmeden kurban ettik. Çünkü üzerimize talihimiz tarafından bağlanmış hükümler birçok kişinin, hatta en gözü kara savaşçıların bile duyduğunda korkacağı türdendi. Tapınağımızın yapılma öyküsü, garip mimarisini açıklamaya yetecektir. Bembeyaz tenli, cehennem alevinden daha kırmızı gözlü ve büyük kanatlı, tanrıların anılarından bile daha eski cinler inşa etmiştir burayı. Aşağılarda, siyah ve çıplak kayalıklarda, garip otlarla sarılı ağaçlardan oluşan ormanlar dağlara tırmanır ve gürleyerek birbirlerine anılarını anlatırlar. Bazı gecelerde bu lanetli ağaçların arasında eğlenen çocuk sesleri duyulur. Gülenler ne masumdur ne de çocuk… Gökyüzünde ay gözükmediği akşamlar dağlar toprağın altından gelen derin sesleri ile tanrılarına yakarırlar. Rüzgarlar enselerinde öfkeyle uluyarak küfürler ederler. Anlattığım hengamenin içerisinde Gizemler Tapınağı bir mezar taşı gibi yükselmektedir. Bakan kişiye huzursuzluk verecek şekilde duran kuleleri, bulutları keskin mızraklar gibi kesip göğe uzanır. Burada cinlerin kendi alemlerinden getirdikleri garip oyunlarını oynadıkları küçük teras ve balkonları vardır. Müthiş bir işçilikle mermerden yapılmış heykeller, odalar ve salonlar boyunca çıtlarını çıkarmadan içeridekileri seyrederler.
Hayat onları buraya düşürdüğü için kaderlerine lanet eden öğrencilerimizin bazıları odalarından çıkmaz oldular artık. Onlar için endişeleniyorum. Fakat son ziyaretimde yaşadıklarımdan beri öğrencilerin kaldıkları yatakhanelere çıkacak cesareti kendimde bulamıyorum. Birkaç gündür bir avuç cesur öğrenci, efendim, ben ve çağırdığımız ruhlar dışında bize eşlik eden kimse yok. Sadece bir zamanda unutulup gitmiş bazı cesetler ve gölgeler günlük ihtiyaçlarımızın hizmetkarları olmuşlardır.
Bundan beş yüz yıl önce Baloghely topraklarının yarısına nekromansi ile hükmeden Üstat Szyenus’un namını herkes duymuştur. Efendim ölü vücudunun içinde hapis yatarken çürüyen dudakları ile dâhi kuvvetli büyüler yapıp korkunç kehanetlerde bulunabiliyordu. Ancak ben efendimin arzu ettiği dünyevi güce hiçbir zaman imrenmedim ve cesedinin bana öğrettiklerini kendisinin ruhunu bedeninden ayırmak için kullandım. O zamandan beri, onun hayatını paylaşmaktayım ve şimdi, çağrılarından birine cevaben gelip üstümüze çöken garip bir kaderi sizinle paylaşmak zorundayım. Ben de her insan gibi sıradan bir ölümlü olduğumdan ve özellikle yeni başladığım sıralarda, Efendi Szyenus’un emrindeki o iğrenç yüzlü varlıklardan korkmuyor değildim. Dağların, yıldızların ve göklerin cinleri, mabet salonlarında ileri geri yürürlerdi. Kömür ocağından yükselen dumanların içinde yeraltı dünyasının siyah kıvranışlarını görünürdü; şeytan çağırma ritüellerimiz sırasında ortasında durduğumuz çemberin içine girmek için birbiriyle yarışan, tehditkâr bir şekilde titreyip çığlıklar atan, şekilsiz ve devasa varlıkların suratlarına korkuyla haykırdığımda, beni ve efendimi yazmak ile mümkün olmayan şekillerde ihlal etmekle tehdit ediyorlardı. Cesetler tarafından kadehime dökülen şarabı içerken ve hayaletler tarafından masaya getirilen ekmeği yerken tiksinti duymadan edemezdim. Ancak zaman içinde alışkanlık, garip geleni köreltti, korkuyu yok etti; ve zamanla, Szyenus’un dünyadaki tüm büyüleri bildiğine ve istediği ruhu çağırıp, geri gönderme yeteneğine sahip olduğuna inandım. Bana göre Zsarvonlar arasında ondan daha güçlü bir büyücü olamazdı. Gün geldi çattı ve onun beni yetiştirdiği gibi benim de öğrenciler yetiştirmem gerektiğini söyledi. Bu haber beni çok sevindirmişti ve karanlıkla dolmaya başlayan kalbim biraz olsun aydınlanmıştı. Efendimin liderliğinde bazen insanoğullarını, bazen de bedensiz varlıkları eğitmeye başladım. Ben tapınakta öğretmenlik işi ile uğraşırken, efendim dünyayı geziyor, ayak basılmamış mağaralarda gizil güçlere sahip nesneleri topluyordu çünkü artık insanların ulaşabilecekleri öğretiler ona yetmiyordu. Bir gün yitip gitmiş medeniyetlere ait, ay ışığı kadar parlak bir taş ile döndü. Onu daha önceden elde ettiğimiz hazineleri tuttuğumuz kuleye koyduk. O gece büyük bir fırtına koptu ve o andan itibaren yaşadıklarımız efendim Szyenus’u dahi dehşete düşürmeye başladı. Bu parlak taşın alemler arası bir geçit olduğunu anladığımızda artık çok geç olmuştu… Tanık olduğumuz hadiselerden daha detaylı olarak bahsetmek isterdim fakat hızlı davranmam gerekiyor, çünkü onlar geliyorlar! Üstünde bulunduğumuz dağın derinlerinden, duvarların içinden duyuyorum seslerini! Tanrınız aşkına yardım edin bize…”
Divit işini tamamlamıştı. Masanın öbür ucunda durmakta olan silüetin sahibi konuştu: “İyi iş başardın, Rywald’’. Sesi o kadar cansız ve solgundu ki, kısık konuşsa iki kağıt birbirine sürtüyor zannederdiniz. Devam etti: “Mektubu kartalların ayaklarına bağla. Kurtarıcılarımız gelsinler artık, çünkü çok acıktık…”