Garip Şiirin Garip Şairleri
Garip Şiirin Garip Şairleri
Birinci Yeniciler… Namıdiğer Garipçiler, diğer bir değişle devrimciler, başka bir değişle isyancılar… Liseden beri yakın arkadaş olan Orhan Veli Kanık, Oktay Rıfat Horozcu ve Melih Cevdet Anday tarafından Türk edebiyatına bir mızrak gibi indirilen bir akım.
Bu üç arkadaş, 1937’den itibaren şiirdeki kalıplaşmış kurallara ve biçimciliğe karşı tepkilerini Türk edebiyatının gelmiş geçmiş en önemli dergilerinden Varlık dergisinde ölçüden, uyaktan ve şairanelikten uzak şiirler yayımlamaya başlayarak gösterdiler. Bu akımın ilk şiirleri Varlık dergisinin yanı sıra sanat tarihimizde yine önemli bir yere sahip olan Yaprak dergisinde de yayımlandı. Şiirin özgür yazılması gerektiğini savunup şiirin konularını genişleten üçlü, 1941 yılında halk şiirinin anlatım ve deneyimlerinden de yararlanarak yazdıkları özgür ve serbest ölçülü şiirlerini ‘’Garip’’ adlı kitaplarında topladılar ve Orhan Veli Kanık’ın imzasını taşıyan ve "Bu kitap, sizi, alışılmış şeylerden şüpheye davet edecektir" ifadesiyle başlayan bildiriyle Garip akımının resmen başladığını ilan ettiler. Sevgili Muzaffer Tayyip Uslu’nun deyimiyle bir kesim insan, şiiri gökte ararken yerde bulmanın verdiği şaşkınlıkla kılıçlarını Garipçiler için bilediler. Yani, her yenilikte olduğu gibi, Garip döneminde de hattatlara rastlamak farz-ı kifaye idi. Tabii, bu az evvel bahsettiğim hattatların şaşkınlığını anlamak mümkün: o güne kadar ‘’üstün, seçkin sınıfın işi’’ olarak görülen şiirde ‘’nasır’’ gibi bayağı sözcüklerin kullanılması ve konuşma dilinin şiire dahil edilmesi elbette onların konfor alanlarından çıkarak alışkanlıklarını bozmalarına bir tehlike olması oldukça rahatsızlık uyandırdı. Hatta günümüzde de bu devrimi anlamak istemeyenler mevcudiyetlerini koruyorlar. Dönemler değişse de hattatlık bakidir, maalesef.
Fakat, aksi yönde giden bir kesim de elbette vardı. Garip akımı birçok gence ulaştığı gibi, dönemin ünlü edebiyatçılarını da etkiledi, ki Nurullah Ataç da bu kesimden biridir, o da katıldı Garip akımından etkilenenler kervanına. Nurullah Ataç dediğimiz beyefendi ile ilgili bir detay var ki kendisi dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün kültür danışmanı idi. Garip akımı, toplumcu gerçekçi şiir anlayışı yerine, savaş ortamında yaşam sevincini konu edinen bir şiir biçimi olarak devlet eliyle Türk şiirinin yeni yüzü olarak sunulmak istendi. Devletin imkânları da seferber edildiği için Garip devriminin başarısı kaçınılmaz oldu.
Fakat, insanın bulunduğu her yerde olduğu gibi, burada da bir problem ortaya çıktı. Liseden beri yakın arkadaşlık kurup edebi başarılara imza atan bu üçlü, dağıldı. Garip akımının dağılmasının temel sebepleri arasında, Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday’ın zamanla şiir anlayışlarını değiştirerek daha soyut ve geleneksel unsurlara yeniden yaklaşmaları, Orhan Veli’nin ise Garip çizgisini kararlılıkla sürdürerek bireysel bir şiir yönelimine girmesi ve dönemin edebi ortamında yeni akımların etkisini artırması söylenebilir. 1945’te kitabın ikinci basımı sadece Orhan Veli’nin birinci kitaptaki şiirlerinin düzenlenmiş halleriyle, yeni yazdığı şiirleriyle ve yeni bir önsöz ile yayımlandı. Dolayısıyla bu akımın en çok Orhan Veli’yle özdeşleştirilmesi pek de şaşılacak bir şey değil. Orhan Veli Kanık’ın 1950’de, henüz 36 yaşındayken hayatını kaybeden Orhan Veli’nin ardından Melih Cevdet Anday ve Oktay Rıfat Horozcu kendi bireysel tarzlarını geliştirdiler, roman ve tiyatro türleriyle ilgilenmeye başladılar ve İkinci Yeni akımına dahil oldular.
Konu Garip akımı olduğunda Orhan, Melih ve Oktay üçlüsünün yanı sıra anılması gereken iki şair daha var: Rüştü Onur ve adını az evvel telaffuz ettiğim Muzaffer Tayyip Uslu. Bu ikilinin hayatları Kelebeğin Rüyası adlı filmde anlatıldığından farklı olarak, ki o filmi mutlaka izleyiniz, aslında bu şairler bir ikili değil, üçlü. Lakin Kemal Uluser’den günümüze Işık adlı piyesten başka bir şey kalmadığı için burada sadece Rüştü ve Muzaffer’den bahsedeceğim. Zonguldak Mehmet Çelikel Lisesi’nde Behçat Necatigil’in öğrencisi olan bu iki genç, ömürlerini bir yandan veremle ve fakirlikle mücadele ederek bir yandan da sanattan beslenerek ve onu besleyerek geçirdiler. En azından, denediler. Orhan Veli Kanık’ın Zonguldaklı üçlü hakkında söylediği söz şu şekildedir: ‘’ Son yıllarda Zonguldak üç büyük yetenek yetiştirdi: Biri Rüştü Onur, biri Kemal Uluser, biri de Muzaffer Tayyip. Bu ne biçim keder! Üçü de arka arkaya öldüler.’’
Garip akımının serüveni eksiğiyle fazlasıyla bu şekilde. Serbest ölçüyü ülkemize kazandıran bu üçlüye Türk edebiyatı her zaman minnettar kalacak olsa da aradan seksen küsür yıl geçmesine rağmen geleneksel şiirde ısrar edenler mevcut. Ülkece her alanda örümcek ağlarından kurtulmamız dileğiyle...
DALGACI MAHMUT
İşim gücüm budur benim,
Gökyüzünü boyarım her sabah,
Hepiniz uykudayken.
Uyanır bakarsınız ki mavi.
Deniz yırtılır kimi zaman,
Bilmezsiniz kim diker;
Ben dikerim.
Dalga geçerim kimi zaman da,
O da benim vazifem;
Bir baş düşünürüm başımda,
Bir mide düşünürüm midemde,
Bir ayak düşünürüm ayağımda,
Ne halt edeceğimi bilemem.
Orhan Veli Kanık
ISLIK ÇALMAK
Balıklar için deniz lazım,
Sevişmek için işsiz olmak
Ve geceleri yatakta
Duymamak için tabanların sızısını
Zengin olmak lazım.
Halbuki ıslık çalmak için
Bir şey lazım değil.
Melih Cevdet Anday
KEDİ
Hısım akraba karşıda
Gece yatısına gitse ya
Gidemiyor
Konu komşuya bile zor
Kedisi var
Kediye bakıyor
Oktay Rıfat Horozcu