DÜNYA

Sena Nur Karadeniz


İstasyonda

Günün ilk ışıkları sayılabilirdi, dünyanın yarısı uyuyordu büyük ihtimalle. İstasyonda trenin ilk seferini bekliyordu Dünya. Ağzından nefes alıyordu çünkü bu tanıdık paspas kokusunu almak istemiyordu. Gerçi temizlik personelinin elinde paspası gördüğü anda burnunun ucuna o koku gelmişti, içine çekmesine gerek bile yoktu. Formaliteden bir o yana bir bu yana sallarken temizlik personeli paspasını, bir adam oturdu yanına. Adam işte üç kişiden ikisinin içerisindeydi, ortalama üç kişiden ikisinin muhabbet kurmaya başladığı o soruları soruverdi:

– Nerelisin? Kimlerdensin? Yolculuk nereye?

Adı değil, nerden değil, nereye gittiği değil, ne yaptığı değil…İnsan doğduğu yerli midir? Öyleyse basit İstanbulluydu. Peki İstanbulluyum diyen birine ikinci olarak ne sorulur? “Aslen nerelisin?”  Köken, kökten, soy yönünden… “Annem ve babam annem intihar etmek üzereyken bir ormanda tanışmışlar.” Demedi tabi. Masal anlatır gibi anlatamazdı keşke masal olsaydı.

Doğumhanede

Duvarda saat yoktu, içeri birinin girmesini bekledi, saati soracaktı. Burada zaman zaten olduğundan iki kat yavaş ilerliyordu. Temizlik personeli içeri giriverdi, aceleyle ona bakmadan yerleri paspaslıyordu. Gülesi geldi kadının. Yerler paspastan daha temizdi, paspasın kokusu bir an önce çıksın diye camı açmalarını istedi. Saat 07:00’dı.

145,143…

Nst kemerleri belini öyle bir sıkıyordu ki… Artık doğurmalıydı suyu gelince hemen doğuracağını düşünüyordu. Tüm filmlerde suyu gelen kadınlar hemen doğuruyordu.

144, 145….

 

 

İstasyonda

Dünya üzerinde üç bin sekiz yüz altmış milyon hektar ormanlık vardır. Yetmiş üç bin üç yüz de ağaç türü vardır. Biz ağaçları ayırıyoruz da ağaçların bundan haberi var mıydı? Nereli olduğunu bilmiyorsa nereli olduğuna karar verebilirdi. Bunu kaç kez düşünmüştü saymamıştı. Dünyanın en güzel ırkı Slav ırkıdır. Bunu Nordikler, Cermenler, Anglo Saksonlar ve Akdeniz ülkeleri takip etmektedir. Kimdi bu güzel heyet? Birkaç kez İzmirli olmuştu. Adam konuşmaya devam ediyordu diğer yanındakiyle. Onu unutmuşlardı. Ait olmayanlar çabuk yok sayılıyordu.

Doğumhanede

– Kendi ağrıları düzensiz ve yetersiz. İndüksiyon başlayabiliriz, dedi diğerlerinden tecrübeli olduğu her halinden belli doktor. Ne başlayabilirlermiş anlamadı kadın. Suni sancı dedikleri bu herhalde. Ama on kişilik ekibin önünde sormaya çekiniyordu elbette. Yakınına haber veririz demişti ebe, hangi yakınına diye düşündü. Kimsesiz olduğunu söylemeye çekiniyordu. Tek başına hastaneye gitmek zordur, Tek başına doğuma gelmekse daha zor. Kimsesizler için var olmaksa hepsinden zordur.

Daha önce çektiği hiçbir ağrıya benzetemiyordu bu doğum ağrısı.

– Çekip çıkarsanız ya?

– Olur mu öyle şey. Açıklığın uygun olmadan olmaz. Hem bebek gelmek istediği zamanı bilir.

Belli ki gelmek istemiyordu. Ebe yanaştı ve serumunu çıkartırken sordu:

 – Ne koyacaksın adını.

– Bilmem. Hiç düşünmedim.

Sahiden hiç düşünmemişti. İnsanın bu evrende var olabilmesi için bir adı olmalıydı. Dünyada var olan her şeyi ilk çağdan itibaren sınıflandırmıştır insanoğlu. Kendini de bölmüştür kabilelere. Yataktan kalkınca aynaya baktı insanlıktan çıkmış gibiydi. Saçı başı dağılmıştı. Neye benzediğini tarif edemedi. Kime benzediğini de bilmiyordu. Bebeği en çok ona benzesin istedi.

Düşünmemeliydi kendisi gibi, annene benziyorsun diyebilmelilerdi ona.


İstasyonda

Dünyaya mülteci olarak gelen biri nerelidir? Birileri trene koşuyordu. Adam yanındakiyle konuşmaya devam ediyordu. Siyasetten girmişlerdi, klişe bütün tespitleri yapıyordu adam, üç kişiden ikisi olma görevini başarıyla devam ettiriyordu.


Doğumhanede

– Doğumun yaklaşıyor.

– Ağrım çok. Dayanamıyorum. Artık muayene edilmek istemiyorum, sezaryene alın beni.

– Buraya kadar dayandın çok az kaldı. Çiçek koklar gibi nefes al mum üfler gibi nefes ver.

– Fetal kalp atımı düşüyor.

90,89…


İstasyonda

Eski Yunancadan türemiş olan öjeni doğuştan güzel olan demektir. Peki doğuştan güzel olan kimdir? Nazi öjenisine göre Almanlardır.  Bir Kızılderili atasözü der ki: “Dünya insana ait değildir. İnsan dünyanındır.” Birkaç kez Kızılderili olmuştu. Büyüdüğünde bir daha Kızılderili olmadı. Küçük kız annesinin elinden kurtulmuş koşuyordu. Anne bağırarak peşinden gidiyordu. Biri tuttu çocuğu. Özgürlüğü kısa sürmüştü. Bizim üç kişiden ikisi olan adamın da bu duruma yorumu vardı. Oscar almasına az kalmıştı böyle giderse, her şeye ama her şeye bir yorumu vardı:

– Bakamayacaksanız doğurmayın şu çocukları.

Dünyayı tek bir düzlemde görüyordu bu adam.


Doğumhanede

– Efasman yüzde yetmiş dilatasyon sekiz santim. Yakında doğuracak.

– Ultrasonu iki numaraya çekin acil. Ağrıyla birlikte ıkınman gerek. Hadi.

Gücü kalmamıştı kadının. Oda kalabalık ve havasızdı. Ağrısı öyle şiddetleniyordu ki ağrı geldiği zaman hiç kimseyi gözü görmüyordu.

– Ikın annecim hadi. Ikın.

Doğumu yaptıran bağırıyordu, diğer yanındaki de bağırıyordu.  

– Ikın annecim hadi.

85,80…

– Vakumu hazır edin. Çks düşüyor. Hadi annecim güçlü bir şekilde ıkın.

Son kez tüm gücüyle ıkındı.


İstasyonda

Hiçbir toprağa kök salmamıştı. Gitmek bir eylemse onun için kalmak büyük bir eylemdi. Adam çoktan gitmişti. Trene koştu. Kompartımanına girdi. Koltuğuna yerleşti. Annesi onu doğururken ölmüştü babasını ise hiç tanımamıştı Dünya. Kalmak onun için büyük bir eylemdi. Kalmak ait hissetmekti. Yoldaydı Dünya daima. Adını annesi koymuştu. Annesinin son sözleriydi adı.


Doğumhanede

00:10 1 Ocak 1990

– Bebek dünyaya geldi. Bir kez kordon dolanmalı. Kız bebek.

– Dünya olsun adı Dünya.

Dünya doğdu.