DR. BUHARİ TOLUN RÖPORTAJI: R. ONUR VE M. USLU ÜZERİNE
Röportajcı: Behçet Koray
DR. BUHARİ TOLUN RÖPORTAJI: R. ONUR VE M. USLU ÜZERİNE
Röportajcı: Behçet Koray
Bu sayı için R. Onur ve M. T. Uslu hakkında bir dosya hazırlamaya karar verdiğimde bu iki ismi iyi tanıyan biriyle röportaj yapmayı düşündüm ve aklıma daha ziyade tarih, eğitim ve felsefe alanlarında etkin olsa da edebiyatta da oldukça yetkin olan değerli hoca Dr. Buhari Tolun geldi. Kendisiyle Onur ve Uslu üzerine bir sohbet gerçekleştirdik. Bu sayıda Dr. Buhari Tolun sizlerle.
Kendinizi Gizil okurlarına kısaca nasıl tanıtırsınız?
Ben Dr. Buhari Tolun. 1963 yılında Bosna-Hersek’in Bosna bölgesinde doğdum. Tarih alanında eğitim aldım ve akademik kariyerime bu yönde odaklandım. Şu anda Miskatonic Üniversitesi Tarih Bölümü’nde öğretim üyesiyim ve aynı zamanda CEDSEA üyesiyim.
Asıl alanınız tarih olsa da felsefe, eğitim ve edebiyatla da ilgileniyorsunuz. Sizi tüm bu alanlara çeken nedir?
Evet, tarih uzmanlık alanım, ancak insanlık tarihini anlamak yalnızca olayların ve olguların peşine düşmekle mümkün değil. Felsefe, olayların nedenlerini sorgulamamı sağlarken, edebiyat bu olayların insani boyutunu görmeme yardımcı oluyor. Eğitim ise bu birikimleri başkalarıyla paylaşmanın ve onların hayatına dokunmanın bir yolu. Bu disiplinler arasında kurduğum bağ, hem profesyonel hem de kişisel hayatımı zenginleştiriyor.
Edebiyat ve felsefe arasında nasıl bir ilişki var sizce?
Edebiyat ve felsefe birbirini besleyen ve tamamlayan iki alandır. Felsefe, insanın varoluşuna dair temel soruları sorar: “Neden buradayız?”, “Hayatın anlamı nedir?” gibi. Edebiyat ise bu sorulara bir biçim ve duygu katar, onları hayata geçirir. Felsefenin soyut düşünceleri, edebiyat sayesinde somutlaşır ve daha geniş bir kitleye ulaşır.
Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’nun edebi kişilikleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Eserlerini Türk edebiyatı bağlamında nasıl değerlendirirsiniz?
Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu, Türk edebiyatında samimi, lirik ve melankolik şiirleriyle iz bırakan iki genç şairdir. Şiirlerinde bireysel duyguları, gündelik hayatın detaylarını ve ölüm temasını işlerken, serbest şiir anlayışını benimsemişlerdir. Kısa yaşamlarına rağmen, özellikle Garip Akımı’nın öncüllerinden sayılabilecek eserleriyle Türk edebiyatında modern şiirin gelişimine katkı sağlamışlardır.
Hastalığın (verem) şairlerin yaşamlarını ve eserlerini nasıl şekillendirdiğini düşünüyorsunuz?
Hastalık, özellikle verem, Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu'nun hem yaşamlarını hem de eserlerini derinden etkilemiştir. Hayatlarının erken sona ereceğinin bilinci, onların şiirlerine melankolik bir ton ve ölüm farkındalığı katmıştır. Bu durum, yaşama daha sıkı bağlanma, küçük mutlulukları ve hayatın basit güzelliklerini yüceltme gibi temalarla eserlerinde güçlü bir şekilde yansımıştır. Özellikle Rüştü Onur’un şiirlerinde bu kırılganlık, ölümle barışıklık ve yaşam sevincinin iç içe geçtiği görülür; bu, eserlerine dokunaklı ve evrensel bir boyut kazandırmıştır.
Şairlerin dönemin Zonguldak toplumuyla olan ilişkileri ve günlük yaşamları hakkında neler biliyoruz?
Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu, Zonguldak’ın kömür madeni çevresindeki emekçi toplumunda yaşamış ve bu çevrenin sade, zorlu hayatından ilham almışlardır. Şairler, Zonguldak’ta memurluk yaparken, dönemin toplumsal sıkıntılarını ve bireysel hayalleri gözlemleyip eserlerine yansıtmışlardır. Günlük yaşamlarında birbirleriyle yakın dost olan bu iki şair, şehirdeki edebiyat ve sanat ortamının mütevazı ama anlamlı temsilcileriydi. Bu bağlamda, topluma hem eleştirel hem de sevgi dolu bir gözle bakarak, eserlerinde o dönemin insanlarının iç dünyasını ve yaşama mücadelelerini yansıtmışlardır.
Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’nun diğer şairlerle, özellikle Behçet Necatigil ile ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’nun Behçet Necatigil ile olan ilişkisi, edebiyat dünyasında nadir görülen samimi ve destekleyici bir bağın örneğidir. Behçet Necatigil, Zonguldak'ta öğretmenlik yaptığı dönemde bu iki genç şairin yeteneğini fark etmiş ve onları teşvik etmiştir.
Eğer uzun yaşasalardı, Türk şiirinin seyrine nasıl bir katkı yapabileceklerini öngörürdünüz?
Eğer Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu uzun yaşasalardı, Türk şiirinde modernizmin ve bireysel duyarlılığın daha erken ve derin bir şekilde yer bulmasına katkı sağlayabilirlerdi. Serbest ölçüyü ve gündelik hayatı yücelten özgün tarzları, Garip Akımı’nın öncüllerini oluşturmuştu; dolayısıyla bu akımı daha farklı bir yöne evrilterek, bireysel ve toplumsal temaları daha dengeli bir şekilde işleyebilirlerdi. Özellikle melankoli, mizah ve yaşama sevincini harmanlayan şiir anlayışlarının, ilerleyen dönemlerde hem içerik hem de biçim bakımından yeni açılımlar yaratabileceği öngörülebilir. Ayrıca, daha fazla eser üreterek Türk edebiyatında modern şiirin önemli kilometre taşlarından biri haline gelebilirlerdi.
“Kelebeğin Rüyası” filmi, şairlerin hayatlarını nasıl etkiledi? Bu filmin şiirlerinin ve yaşamlarının halk tarafından algılanışına katkısı ne oldu?
“Kelebeğin Rüyası” filmi, Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’nun hayatlarını ve eserlerini geniş kitlelere tanıtarak, onların edebiyat tarihindeki yerini yeniden gündeme getirdi. Film, şairlerin genç yaşta karşılaştıkları zorlukları, dostluklarını ve kısa ömürlerine rağmen şiirle kurdukları derin bağı dramatik bir şekilde yansıtarak izleyicilerde büyük bir etki yarattı. Bu sayede halk, onların sadece şair olarak değil, aynı zamanda hayat mücadelesi veren iki duyarlı birey olarak da algılanmasını sağladı. Şiirleri, filmin etkisiyle duygusal bir bağ kurularak daha geniş bir okur kitlesi tarafından keşfedildi ve takdir edildi. Film, özellikle genç kuşakların onların eserlerine ilgi duymasını ve Türk şiirine olan merakın artmasını sağladı.
Son olarak bu iki edebiyatçı hakkında neler söylersiniz?
Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu, kısa ömürlerine rağmen Türk edebiyatında kalıcı izler bırakmış, yaşamın ve ölümün kırılgan sınırında yazan iki özel şairdir. Şiirleri, sade ama derin bir lirizmle, bireysel duyguları ve gündelik hayatın güzelliklerini ölümsüzleştirmiştir. Onların genç yaşta hayata veda etmeleri, Türk şiirinde kaybedilen büyük bir potansiyel olarak hissedilmiştir. Ancak bıraktıkları eserler ve dostluklarının hikâyesi, edebiyatımızda ilham verici bir örnek olmaya devam etmektedir. Onları anlamak, sadece şiirlerini okumakla değil, yaşama ve sanata duydukları tutkunun farkına varmakla mümkündür.