BİR GÖLGENİN YALNIZLIĞIN MELODİSİNE YANSIMASI
Defne Parlak
BİR GÖLGENİN YALNIZLIĞIN MELODİSİNE YANSIMASI
Defne Parlak
Bazen yalnızlık, bir hüzün değil, özgür iradeyle seçilmiş bir bilinçtir. Geceleri, ay ışığının arkasında kaybolan gölgeler gibi, o sessizliği benimser ve hissederiz. Bir şehirde, kalabalıklar arasında kaybolmuşken, herkesin sesini duyduğumuzda, aslında hiç kimseyi gerçekten duymadığımızı fark ederiz. Bu, varoluşsal boşluğun ta kendisidir. Etrafımızda her şey dönüp durur, ancak o anın içinde bir yere, bir noktaya takılıp kalırız.
Yalnızlık, çoğu zaman yalnızca bir ruh halinden ibaretmiş gibi gelir. Oysa o, derinlerde bir yerde vücut bulmuş, etimizde, kanımızda derin yara gibi kök salmış bir histir. Bir sabah, uyanır uyanmaz, penceremizden dışarı bakar ve zamanın ne kadar hüsrana uğramış olduğunu düşünürüz. Bir türlü yakalayamadığımız şeyin, belki de yıllardır kovalamaktan yorulmuş olduğumuzu fark ederiz. Zaman bir arayışa dönüşmüştür; o kadar süre beklemişizdir ki, artık kaybolmuş olan bir hayalin peşinde giderken buluruz kendimizi.
Bir diğer açıdan, yalnızlık, bize zayıf olduğumuzu hatırlatır. Hayatınızda hiçbir zaman kolay olmayan bir sınavın her aşamasında, bir köşeye çekilip beklemenin huzurunu aramışızdır. Ama zamanla, yalnız kalmanın farkına vardıkça, duygularımız daha keskinleşir. Her sözcük, her bakış, her adım bir ağırlık taşır. O boşluk, her an daha büyür ve biz, o çukura doğru çekiliriz, istemeden. İşte bu çekilme anı, insanın en kırılgan olduğu andır.
Yalnızlık, bir yansıma gibidir. Gölgemizdeki herkes, her zaman bir parça bizden bir şey taşır. O parça zamanla büyür ve bir kırık aynada yansıyan kişilikler, hayalimizdeki karakterlere dönüşür. Her biri, bir başka biz olur; her birinin arkasında bir iz, bir istek, bir hayal vardır. Ama sonunda o anı sabırla bekleyen yalnız kalır. O parça, hiçbir zaman tam anlamıyla birbirine uymaz. Birbirinden uzak, ama bir o kadar yakın kalırlar.
Duyguların bir labirentte kaybolmuş gibi hissedildiği bir noktada, insan kendisini en çok kaybeder. Bazen bir gözyaşı, belki de yalnızca bir içsel sızı, ruhumuzun derinliklerine işleyerek kaybolur. Her şeyin geçici olduğunu bildiğimiz halde, zaman bir anlığına durur. O an, ne geçmiş ne de gelecek vardır. Sadece o anın varlığı hissedilir. O anın içindeki hüsran ve huzur birbirine sarılır, birbiriyle çekişir.
Ve işte, o anın ardında, yalnızlığın ne kadar büyülü ve korkutucu bir varlık olduğuna tanıklık ederiz. Yalnızlık, ne olursa olsun, her zaman bir şarkı gibi çalar. Bazen neşeyle, bazen hüzünle… Ancak en derin melodiler, her zaman yalnızlıkla keşfedilir...