AYAKÜSTÜ İNTİHAR
Nuh Öztürk
AYAKÜSTÜ İNTİHAR
Nuh Öztürk
Çay bahçesindeki okey taşlarının şakırtısını hoyrat bir miyavlama böldü. Ama öyle böyle değildi. Kulak tırmalayıcı bir “mauuu” ile alayımıza meydan okuyan bu ses, neredeyse bir aslan kükremesi kadar ürkünçtü. Hepimiz dönüp baktık ister istemez. Mahallenin kabadayısı Kirli geçiyor aheste aheste, bakmamak olur mu? Masaldan fırlamış bir külkedisi değil bu; miskin, kül rengi bir şey de değil. O çöplük senin bu çöplük benim sürtmekten, mahallenin diğer pisileriyle toz toprağın içinde boğuşmaktan, bir de kir yumağı tüylerinden geliyor adı. Zaten normal bir şey olsaydı hem kendini sevdirir, hem de kabak tadı veren o hırgürleri bırakırdı. Böylece asıl postunun ne menem olduğunu bilirdik ya neyse.
Deniz kenarındaki yarı tropikal beldelerden birinde, şemsiyeyle şezlong arasında tost gibi yanmaya bütçesi elvermediği için tatilini aramıza teşrif ederek değerlendiren, babayani coğrafya hocamız da kurulmuştu masalardan birine. Oyun izlemekten sıkıldığında gazetesine gömülür ha babam köşe yazılarını, de babam üçüncü sayfa dedikodularını okur da okurdu. Yanındaki süslü, kıvırcık tüylü finosu ise sahibini bekler de beklerdi. Sahibini değil de bakıcısını mı demeli yoksa? Son kulis haberlerine göre asıl sahibi evde temizlik ve yemek işleriyle gereğinden fazla meşgul olan hocanınmış. Derdi başından aşkın olduğundan olacak daha iki ay önce hayvan barınağından kurtardığı bu sevimli kuçukuçuyu gezdirme ve sosyalleştirme işi sevgili eşine kalmış. Sade öyle kalsa iyiydi. Sandalyesine süs bitkisi gibi kurulan o bacaksız, o kuru gürültü tuttu bizim Kirli’ye hırladı, iyi mi? Yetmezmiş gibi sandalyesinden atlayıp bir de kaldırıma fırlamasın mı! Sanki bir halt edecek haspam! Bir yandan da nasıl kibar, nasıl “hev hev” diye çırpınıp ortalığı ayağa kaldırıyor o tiz sesiyle. Sokakta buz gibi bir hava esti. Önce çay bahçesindeki uğultu kesildi, sonra taş şakırtıları ve nihayetinde nefesimiz. O zavallı yer elması, Kirli’nin istifini bile bozmadığını görünce bir şeylerin ters gittiğini hissetti. Yazık, hissetti ama geç kaldı! Ne olduğunu anlamak ister gibi bir bakıcısına bir bize baktı. Sol gözünde kuşku, sağ gözünde tedirginlik diz boyu. Memlekette bulaşacak başka kedi mi bulamadın be mübarek! O Kirli ki dokuz canlı kedilerin yedi belası, sokağın uyuz köpeklerini yaramaz veletlerin arasına koyup katık eden bir zorba. İlerleyen yaşına rağmen her birini ciyak ciyak az mı çiziktirdi, kan kırmızı az mı imza bıraktı kollarda! Hepimiz şahit olduk, her şey gün gibi ortadaydı. Bu öyle ayaküstü intihar filan değildi. Bu bildiğin Azrail’e elense çekip cehenneme bodoslama atlamaktı.
Bizim sevimsiz külhanbeyi alışık olduğu üzere sırt tüylerini kabartıp kulaklarını geriye yatırdı ilkin. O bilindik, ürkütücü tıslamasının ardından gerildi, gerildi ve ortalığı inleten bir yırtınmayla fişek gibi atıldı. Havaya kalkan toz bulutu, uçuşan tüyler ve anlık bir çizgi film gösterisi sokağın ortasında... Koşup yetiştik neyse ki. Alışık olduğumuz birkaç tırnak izi pahasına finodan geri kalanı çekip aldık. Yoksa zavallı hayvanı taneleri ufalanmış mısır koçanına çevirmesi işten bile değildi.
Kaynak: Bu sayfadaki görsel, freepik.com sitesinden alınmıştır.